Yaşam Öyküsü

Yaşam öyküsü

Manisa’nın Demirci kazasında tarımla uğraşan Hacı Ali Rıza Efendi ve Zekiye çiftinin ilk çocukları Mesut Eren, 1926 yılında dünyaya gelir. İlkokulu bitirdikten sonra öğrenimine devam etmek ister, fakat o yıllarda Demirci’de ortaokul yoktur ve en yakın okul ise Demirci’ye 45 kilometre mesafede bulunan Simav’dadır…

Mesut’u okula göndermek için çareler arayan Ali Rıza Efendi, Uşak’a vaiz olarak atanan Hüseyin adlı arkadaşının teklifi ile rahatlıyaverir.  Arkadaşı, “Mesut bana gelsin, bizde kalır, hem bizim çocuklara da arkadaş olur” der. Bu teklif aileyi çok sevindirir ve Uşak’a giden Mesut Eren, orada ortaokula başlar.

Mesut Eren’in orta ikinci sınıfa devam ettiği yıl, amcasının Ankara’ya tayini çıkar. Bunun üzerine babası, daha iyi bir eğitim alması için Mesut’u Ankara’ya amcasının yanına göndermeye karar verir ve okuldan tasdiknamesini alan Mesut bu kez de Ankara’nın yolunu tutar.

Mesut Eren’in orta ikinci sınıfı bitirdiği yıl ikinci dünya savaşı başlamıştır. Alman ordularının Avrupa’ya korku saldığı, Yunanistan’a kadar ilerlediği bir dönemdir. Bu durum üzerine babası, “Oğlum tasdiknameni al ve gel. Almanlar burayı da istila ederse Ankara’ya gidemezsin, burada bir yer bulalım sana” der. Bunun üzerine Mesut Eren bir kez daha tasdiknamesini alarak memleketine geri döner.

Fakat memlekette uygun bir okul bulamayan babası, oğlunun okutmak için İzmir müftülüğüne tayinini ister ve tayini gerçekleşir. Böylece İzmir’e giden Mesut Eren ortaokulu ve liseyi İzmir’de bitirir.

Çocukluğundan beri mühendis olmak isteyen Mesut Eren 1945 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi Makine Mühendisliği Bölümü’ne başvurur. Başvurusu kabul edilir, fakat o günkü mevzuat gereği makine ve elektrik kısmını kazanan öğrencilerin öncelikle sanat okullarında 6 aylık bir eğitim alması ve staj yapması gerekmektedir.

Bu gereklilik aynı zamanda  Mesut Eren’in sanayiyle tanışmasına da vesile olur. İzmir Sanat Okulu’nda 6 aylık staja başlayan Mesut Eren, ilk kez burada dökümcülük, modelcilik ve tornacılık öğrenir.

Stajını bitiren Mesut Eren, babası ve arkadaşı Hakkı Anter ile birlikte Bandırma Vapuru’na binerek İstanbul’a gelir. O yıllarda üniversitelerin hemen hepsi İstanbul’dadır ve uzun süre araştırmalarına rağmen ne yurt binası ne kiralık bir yer bulabilirler.

Bunun üzerine babası Sirkeci Hoca Paşa Cami imamı ile konuşur ve çocukların bir süre camide kalarak okullarına gidip gelmelerini ister. Hocanın bu isteği kabul ettiğini belirten Mesut Eren, “Camiye gittik, yatağımızı serdik. Sabah namazı oluyor “Allahu Ekber” cemaat geliyor, yatsan bir türlü kalksan bir türlü. İstanbul Üniversitesi’nin karşısında halk evi vardı, camide kaldığımız dönemde saat 10’a kadar oranın elektriğinden istifade ederek ders çalışırdık. Sonra gelirdik camiye yatardık. Dersimizi varsa kandil ya da mum ışığında yapardık” diyor. İlk yılı böyle geçirdikten sonra, ikinci sınıfta Halk Partisi’nin yurdunda bir yer bularak oraya geçerler.  Zorlu bir yaşam savaşı vererek okuluna devam eden Mesut Eren 1951 yılında okulu bitirir, mezun olur; o artık bir makine mühendisidir.

1951 yılı malzeme Profesörleri Fikret Narter yeni mezunları yanına alarak zamanın Türkiye’sini, Anadolu’daki sanayi bölgeleri rotası üzerinden onlara tanıtır. Bu çok değerli bir ilk’tir onlar için…

Yük. Mak. Müh. Mesut Eren, arkadaşları Üzeyir Garih, Kaşif Onaran ve sonraları sanayide yerlerini alacak olan diğer mühendis namzedi ‘arılar’, bal yapmaya hazırlanırlar.

Üniversiteyi bitirdikten sonra Ankara’da iş arayan Mesut Eren 1952 yılında Deniz Kuvvetleri İnşaat Şubesinde tesisat mühendisi olarak çalışmaya başlar. Altı ay kadar burada çalıştıktan sonra askerliğini yapmak için işten ayrılır. Askerliği Konya Askerlik Şubesi’ne çıkan Mesut Eren. burada da çalışmaya devam eder ve Konya’da Askeri Hastane’nin kalorifer tesisatlarının yapımında görev alır.

Askerlik görevini tamamladıktan sonra İstanbul’a dönen Mesut Eren, üniversite son sınıfta burs aldığı İlbank şirketinden Kenan Bey’e “Hem maddi hem manevi borcumu ödeyebilmek için para mevzu bahis olmadan bana verebilecek bir işiniz varsa çalışmak isterim” diye mektup yazar ve böylece İlbank Temel Ltd’de işe başlar.

İşe başlar fakat aslında yaptığı hiçbir iş yoktur, atıldır. Bu duruma dayanamaz ve Kenan Bey’i arayarak, “İki aydır buradayım ama hiçbir iş yapmıyorum. Beni buradan alın veya ben ayrılacağım” der. Bunun üzerine Kenan Bey işten ayrılmamasını, bir sonraki haftaya oraya geleceğini söyler.

Sorunların çözümü için gönderdiği görevli de şantiye şefinin işine son verir ve işi Mesut Eren’e bırakır. Bunu üzerine şantiyede kalmaya başlayan Mesut Eren inşaat mühendisi olmadığı halde işi 6 ayda bitirir. Fakat iş bitiminde beklediği takdiri görmez ve işten ayrılır.

İşten ayrıldıktan sonra yeniden İstanbul’da Deniz Kuvvetleri İnşaat Şubesi’nde çalışmaya başlayan Mesut Eren 1954 yılında nişanlanır ve 1955 yılında Nezahat Gürsoy ile evlenir.

1956 yılında deniz kuvvetlerindeki işinden de istifa eder. Deniz Kuvvetleri’nden istifa ettikten sonra özel sektörde şansını denemek istediğini belirten Mesut Eren, “eşi Nezahat Hanım’a, ‘Bizim devletten rızkımız kesildi’ dediğimde bana, ‘Ben çocukken babam erkenden işe gider, gece yarısında işten dönerdi. Ben babamı göremedim, sen neden böyle yaptın? Senden kürk manto mu istedim, daireler, mücevherler mi istedim?’ dedi. ‘İstemedin, isteseydin sen istedin diye yapmış olacaktım, keşke isteseydin’ dedim” diyor.

Aynı yıl Eren çiftinin ilk çocukları Ali Rıza Eren dünyaya gelir. İkinci çocukları Haluk Eren ise 1960 yılında, 27 Mayıs ihtilalinden hemen önce dünyaya gelir.

Özel sektörde şansını denemek isteyen Mesut Eren, Deniz Kuvvetlerinden tanıdığı Sebahattin Sunguroğlu’nun yanına gider ve işten ayrıldığını söyler. Sebahattin Sunguroğlu Mesut Eren’e aldığı bazı işlerin projeleri verir. Aldığı projeler üzerinde geceleri evinde çalışır.

Projeleri aldıktan sonra bir elektrikçi arkadaşı Nihat’la Karaköy’deki Kaini Han’da küçük bir yazıhane tutarlar. Kapalıçarşı’dan alınan bir masa ve sandalyeler ile yazıhaneye yerleşirler. Böylece “Mesut Eren Müessesi” adıyla kendi firmasını kurmuş olur. Dışarıdan da iş almaya başlayan Mesut Eren, İstanbul Üniversitesi’nin 90 bin liralık kalorifer ihalesine girer ve 25 firmanın girdiği ihaleyi alır. Teminat mektubu için evini ipotek ettiği bu işten para kazanır.

Ardından aldığı ikinci iş Manisa Kadınlar Akıl Hastanesi’nin tesisat işi olur. O d önemde bu işi almanın kendisi için büyük cesaret olduğunu belirten Mesut Eren, “O yıllarda radyatör ithal, boru ithal, boru bağlantı edevatları ithal, çimento ithal ve bütün müteahhitler demirini, çeliğini, boyasını Perşembe Pazarı’ndan alırdı. Yabancı firmalarla ilişkileri Perşembe Pazarı’ndaki Rumlar, Ermeniler, Yahudiler yapmaktaydı. Ayrıca o dönemlerde Milli Koruma Kanunu çıkmıştı. Gayrimüslimler o dönemler faturasız mal satıyordu, bu kanunla faturasız mal satanlara ciddi cezalar gelmişti.

Haliç’te bir Rum vardı; Stelyo Usta… Kazanı en ucuz o yaparmış, gittim konuştum fiyatta anlaştık. Onun hakkında bana ‘aman dikkat et, o senin kazanı yapar, başkasına satar’ dediler. İş yapılıyor mu yapılmıyor mu diye her gün Rum ustaya gitmeye başladım. Bir gün bir gittim benim kazanın çalışması durmuş. Bende ustaya bu işi bitirmezsem ceza alacağımı söyledim. Hakikaten o kadar cezayı ödeyemezdim. Usta bana kazanın her şeyinin hazır olduğunu bir tek çelik borunun olmadığını söyledi. Boru kazanın önemli bir yarısı…onu da piyasadan bulduk, işi yaptık bitirdik” diyor Mesut Eren.

Bir dönem dışarıdan aldığı işleri yapmaya devam eden Mesut Eren’in dönüm noktalarından biri 1968 yılında “Ygnis” kazanlarını üretmeye başlaması olur.

Verimlilik Mesut Eren, “Bir gün İsviçreli Ygnis firmasının broşürü geçti elime. ‘Yüzde 90 randımanlı kazan’ deniliyordu, broşürde. Biz en yüksek verimli kazanı yüzde 75 randımanlı biliyorduk. İsviçre’ye gittik, gördük. Kendi kendime,’gerekirse pabucumu satacağım ve bu işe başlayacağım’,dedim. “

Firmayla satış bazlı bir anlaşma yaptık. 1968’den itibaren bu kazanları Türkiye’de, lisans altında üretmeye başladık. Ygnis Kazanları klasik kazanlara göre daha randımanlı, daha küçük ve daha ucuz maliyetliydi. 1969’dan itibaren de bu modern kazanların ciddi olarak üretimine geçtik. O zamanlar Türkiye piyasasının Ygnıs’ten haberi yoktu. Anlaşmayı yaptık ve Kasımpaşa’da 60 metrekarelik bir dükkanda Nihat Usta ile birlikte kazanları üretmeye başladık. Müessesemizde Nihat Usta ve bende başka kimse yok. Kazanların bazı kısımlarını fason yaptırıyorduk. İş için aldığım yüzde 30 avansla malzemeleri alıyorduk” diyor.

Üretime başlanmasının ardından 60 metrekarelik dükkan yetersiz gelmeye başlar. Bunun üzerine Çağlayan’da , bugünkü Florence Nightingale Hastanesi yanında 300 metrekarelik bir yer bulunur. Çağlayan’daki yeni yere geçildikten sonra çalışan sayısı da hızla artmaya başlar ve 20 kişiye kadar yükselir. Kasımpaşa’da dışarıya yaptırılan işleri içeride yapmak için yeni makinalar da alınır ve tamamı olmasa da birçok parçayı kendileri imal etmeye başlarlar.

Bu döneme ait bir anısını şöyle anlatıyor Mesut Eren: “Biten ürünleri koyacak yer kalmayınca, büyük buhar kazanını dışarıya çıkarmamız icap etti. Geniş bir kaldırım vardı, biz de çıkardık kaldırımın üzerine koyduk. Belediyeden zabıta geldi ve mühürledi dükkanı. Artık dükkana ve atölyeye ne girebiliyoruz ne çıkabiliyoruz. O zamanlar sınıf arkadaşım Makina Mühendisi Mehmet Turgut Sanayi Bakanı’ydı. Aradım Mehmet Turgut’u, ‘ Sen sanayi vekili oldun ama ben burada küçük bir atölye sahibiyim. Yerim olmadığı için ürettiğim kazanı dışarı çıkardım. Belediye geldi mühürledi benim yerimi. İş yapmaya çalışıyorum. Bunu halletmen lazım’ dedim. O da ‘hemen halledeceğim’ dedi. Kağıthane Belediye Reisi’ne telefon etmiş ve durumu anlatmış. Bir iki gün kapalı kaldı işyerim, ama sonra açıldı.”

Bu dönemlerde Mesut Eren’in çocukları da büyümekte ve iş yerine gidip gelmektedirler. Ortaokul çağlarında hem Ali hem Haluk hafta sonları babalarının yanına gidip yardımcı olurlar. Yaz tatillerinde babalarıyla çalışan, kaynakçılık öğrenen, malzeme tanıyan iki kardeş diğer işçilerden farksız şekilde kayrılmadan çalıştırılırlar. Sabah 7’de işbaşı yapan kardeşler, işe babalarının aracıyla değil dolmuşla gider gelirler. Çağlayan’daki atölyenin sıfırdan nasıl bir doluluk oranına ulaştığına iki kardeş de şahit olurlar.

Bu dönemde Erensan’ın kendi talebini kendinin yarattığını belirten Mesut Eren, “İş yerinin muhasebesini, tahsilatını, pazarlamasını, tedarikini ve imalatını kendim yaptım ilk başlarda… Diğer taraftan resmi işlerde zorlanıyorduk, çünkü teknolojik olarak tarif edilse de kazanlar anlaşılamıyor, verimlilik seviyesine inanılmıyordu. İşi yapar, teslim ederdik. ilk ateşlemeye ben giderdim. O sıralar üstümde müthiş bir yük vardı. 60’ların sonları 70’lerin ortalarına kadar zor zamanlar geçirdim. Ankara’ya sürekli gider gelirdim ihalelere girmek için. Tabi orada  oluşmuş bir lobi var. O zamanlar aklımız ermezdi, bize karşı ve yeniliklere karşı düşmanca davranışlar içerisindeydiler. Teknik Üniversitede profesörlere gittim ürettiğim kazanın verimliliğine inandırmak ve ihalelerde yer alabilmesini sağlamak için. Hepsi kabullenmek zorundaydı ama bir türlü başaramıyordum. Bana “Mesut sen babadan görme kazan yapamaz mısın? Bu yola girme, herkesin kolaylıkla inanıp aldığı klasik kazanı yap.” diyorlardı. O dönemler devlet en büyük alıcı, ama tek alıcı değil, özel sektör de başlıyor almaya. Konut sektörünün ivme kazanmasıyla, talepin artmasıyla özel sektör de alıcı olmaya başladı” diyor.

Beş yıl kadar boyunca Çağlayan’da yoğun bir tempoda çalışmaya devam edilir. Mesut Eren’in deyimiyle “harıl harıl çalışılan” bir dönem olur. İmalatın hızla devam ettiği ve kapasitenin büyüdüğü bu dönemde yeterli sermaye biriktirilince yeni bir yere taşınma ihtiyacı doğar.

Bunun üzerine 1968 yılında Yenibosna’dan arsa alınır ve iki yıllık bir inşaat sürecinin ardından 1970 yılında Çağlayan’dan Yenibosna’daki fabrikaya geçilir.Bu ilk fabrika niteliğindeki üretim yerinin inşaatını da diğer kayınbirader , Almanya’da tahsilini tamamlayıp dönen Mimar Orhan Gürsoy gerçekleştirir.

Ailenin 3. Erkek çocuğu Kadri Ayhan Eren, 1970 Kasım ayında dünyaya gelir ve ileride bir firma çalışanı ve yönetici olarak kervandaki yerini alır.

1972 yılına gelindiğinde Erensan ilk ihracatını gerçekleştirir. Irak’a yapılan ihracat kısa zaman içinde farklı ülkelerle devam eder. 70’lerin ortalarında Mesut Eren’in eşi Nezahat Eren’in erkek kardeşi, Mak. Mühendisi Doğan Gürsoy da ekibe dahil olur. En meşakkatli ve yoğun dönem bu zamanlardır; 1970’lerden 1980 ortalarına kadar kadro sürekli genişler, mavi ve beyaz yaka sayısı gün be gün artış gösterir. Gerek resmi sektör, gerekse özel sektör, konutlar, oteller ve hastaneler, Kamu İktisadi teşekkülleri artık Yük. Mak. Müh.  Mesut Eren ve Ygnis Kazanlarını tanımaya başlamıştır.

1984 yılına gelindiğinde Erensan yönetiminde ikinci kuşağın ağırlığı hissedilmeye başlar. Boğaziçi Makine Mühendisliği bölümünü bitirdikten sonra ABD’de ekonomi lisansı ve yüksek lisans yaparak yurda dönen Ali Eren 1984 yılında firmada işbaşı yapar. İlk iş olarak yatırıma girişen Ali Eren ve aynı yıl Washington DC’de İş İdaresi ve Pazarlama diplomasını alan kardeşi Haluk Eren, pazarlama ve planlama departmanlarını kurarak üretimden ayırırlar. Erensan Isı Sanayi A.Ş yeni kurulmuş, ilk bilgisayar firmaya getirilmiş, faks’la tanışılmıştır. Gençleştirilen personel yapısı, yeni ve dinamik bir yönetime, 2. Nesile adapte olmaktadır.  Bu yıllar, Türkiye’de kat karşılığı inşaat müteaahitliğinin ve kooperatiflerin hızla yayılmaya başladığı ve büyük bir arzın- aynı zamanda da büyük bir inşaat malzemesi talebinin gerçekleştiği bir dönemdir. Müteahhitler adeta kapıda sıraya girmiş kazan istemektedirler. Turgut Özal zamanıdır, Türkiye gene bir çıkış dönemindedir.

Bu dönemi iyi değerlendiren Erensan, 1984 -1990 döneminde ciro bazında tam sekiz kat büyütmeyi başarır. 1990 yılında Rusya’yla yapılan doğalgaz anlaşması Erensan’ın ikinci büyüme dalgasına zemin oluşturur. Bu dönemde artan talepleri karşılamak için doğalgaza yönelik üretim planlanır. Bunun için büyük bir Alman firması Vaillant ile ortaklık kurulur. Kurulan yeni şirketin Genel Müdürü de Haluk Eren olur. Bu yeni yapılanmada Erensan’ın mevcut bayi sisteminden de yararlanmak suretiyle önemli bir ticari verim ve sinerji sağlanır. Alman firmanın üretimleri de Türkiye’de satışa sunulur. Böylece Erensan’ın üretim ve satış kanalları da çeşitlendirilmiş olunur. Bu hamle ile gelişen kombi pazarında sağlam bir yer edinilir. 1990’lı yılların başları Erensan için oldukça hızlı bir gelişme dönemidir. Bu yılarda turizm ve menkul değerler gibi farklı yatırımlar da yapar Erensan. 1991 yılında İtalyan Riello ile distribütörlük anlaşması imzalanır.  

Erensan hızla büyümeye devam ederken 1994 ekonomik krizi yaşanır. Bu süreçte mevcut yatırımları sadeleştirerek Erensan’ın ana faaliyet alanına ağırlık verdiklerini belirten Haluk Eren, “Finansal durumu, nakit akışını tekrardan merkezileştirdik. Babamın çok sevdiğim bir lafı vardır, ‘En iyi bildiğimiz işi, aldatmadan ve aldanmadan yapmaya çalışıyoruz.’ Biz de bu dönemde diğer tüm yatırımlardan çekilerek en iyi bildiğimiz işe ağırlık verdik” diyor.

1995-1996’yı krizin etkileriyle mücadele ederek geçiren Erensan, 1997 yılından itibaren tekrar büyümeye başlar ve 1998 yılında Yozgat Fabrikası kurulur. Bu fabrikada sıcak su kazanları üretimi, endüstri kazanlarından ayrılarak yeni ve modern bir tesiste hat üretimi olarak başlar. Bu yıllarda üretimin yüzde 50’si ihraç edilmektedir.

Erensan için kolay geçmeyen ikinci bir dönem de 2001 krizi olur. Fakat bu krizleri de doğru hamlelerle aşmayı başarırlar. 2003 yılından itibaren de Erensan yeniden büyümeye başlar. Bu dönemde yatırımda Yozgat fabrikasına ağırlık verilir.

Erensan, Avrupa Birliği basınçlı kaplar direktifine göre uygunluk değerlendirmesi prosedürleri tamamlanarak kazanlarda CE işareti kullanımına Türkiye’de hak kazanan ilk kazan üreticisi olur.

Mesut Eren, Kazan ve Basınçlı Kap Sanayicileri Birliği KBSB’yi kurar ve ısı sektörünün gerçekten temsil edildiği bir meslek kuruluşuna Sungurlar Kazan kurucu su ve sahibi Sabahattin Sunguroğlu ve Yıldız Kazan kurucusu, arkadaşı Basri Genel ile birlikte önderlik eder. Bu derneğin yönetim kurulu başkanlığını da zor şartlar altında da olsa, 1980lerden  yeni binyılın başına dek yürütür

Özellikle 2010 yılından itibaren Erensan çok hızlı bir büyüme gerçekleştirir. Erensan Romanya S.R.L  2010 yılında faaliyete geçer.

2011 yılında, dünya ısı sektöründe önemli aktör olan Fransız Groupe Atlantic firması ile yapılan ortaklık bu büyüme sürecinde etkili olur.

Erensan bugün, 8 bin metrekaresi kapalı olmak üzere toplam 15 bin metrekarelik Yenibosna fabrikasında endüstriyel kazan ve basınçlı kap üretimi gerçekleştiriyor. Yozgat fabrikasında ise 10 bin metrekaresi kapalı olmak üzere toplam 36 bin metrekare alanda merkezi ısıtma kazanı ve buhar kazanı üretimine devam ediyor.

Isı piyasasında önemli bir üretici-marka olan Erensan, artık ürettiğinin yarısından fazlasını ihraç etmeye muvaffak olan, konusunda dünya standartlarını yakalamış, kendi teknolojisini yaratabilen, Türkiye’deki tek Isı Labaratuarına sahip, rekabet kurallarını ve standartları haiz bir Mesut Eren kuruluşu olarak yoluna devam etmektedir.